RSS

Ben bu kitabı tek bir cümle uğruna okudum.

Esselamu aleykum...

Geçtiğimiz iki pazar, dershane çıkışı eski ev arkadaşımla birlikte kendimizi D&R'da buluyoruz ve uzun süre mesken belliyoruz orayı kendimize. O kadar zevk alıyorum ki anlatamam, hayatın yoğunluğunda bulunmaktan en zevk aldığım yerler herhalde kitapçılardır(tabi -istenmediği sürece- yardım delisi görevlilerin olmadığı mekanlar), bir sürü kitabı inceledim, bölümler okudum, bazılarını aldım bazılarını bir dahaki sefere diyerek zoraki bıraktım :) Önceki pazar aldığım İclal Aydın'ın Kağıt Kesikleri'ni bir an önce okumadan edemedim, merak ediyordum acı'yı onun kaleminden.

Kitabı az evvel bitirdim, zoraki bir bitirme oldu bu, bitmesini istemediğim özel kitaplardandı çünkü.  Sık sık karıştıracağım sayfalarını... Düşündüğüm yada yaşadığım şeyleri yazmayı seviyorum ama bir başkasının kaleminden okumayı da çok seviyorum, Kağıt Kesikleri benim için biraz öyle oldu, bazı bölümler yüreğimden geçenlerle aynıydı...


Belki de bire bir yaşadığınız acılara farklı bir pencereden bakmak istiyorsanız, okuyun derim...


*Bazı ilişkilerde, bazı durumlarda, konuşmak kişiyi ya da meseleyi ucuzlatmaktan başka bir işe yaramaz olur. Öyle zamanlarda, ucuzlatıp ucuzlaşmaktan kaçınmak için de susar insan.

Bu tür büyük ve incelikli susuşların hiç kolay olmadığı açık. Ama ne kadar önemli olduğu da ortada...

Susmak en büyük yanıttır bazen. Biliyorum işte... Ben konuştukça konuşanlardan, ben sustukça solanlardan...




Başlığın notu: En sevdiğim alıntı "Acının cahili kalmak ne güzel olurdu..."

...

İnsan hayatından geçen bazı insanları kötü hatırlamak istemiyor. O yüzden çokça iyi anı biriktirmeli...

Ama bazen iyi anı olmayınca kötüleriyle hatırlaman gerekiyor maalesef, mesela insanın babasıyla hiç kötü anısı olmamalı, bolca iyi anısı olmalı.

Güzel cümlelerle hatırlanmalı;

Canım kızım,
Canım babam...

Verme mevsimiyken ver...

Esselamu aleykum ve rahmetullah...

Bugün cuma, mübarek olsun inşâAllah, kötü haberlerin azaldığı, iyi haberlerin çoğaldığı, insanlığın kalbine bolca edep ve merhametin doğduğu bir gün olsun inşâAllah...

İçim sıkılıyor, ruhum daralıyor, mutsuzum kelimenin tam anlamıyla... Nedeni belirsiz, yani bir çok nedeni var, insanlığımdan, insan olmanın erdemine varamayışımızdan utanıyorum...
Van'da bir deprem oldu, Türkiye ayaklandı elhamdülillah... Yardımlar gönderdik, dualarımızla orada olduk, onlarla ağladık enkazların altından çıkan cansız bedenlere ve yine onlarla sevindik enkaz altından doğan umut ışıklarına...
Ama bitmedi, Van hala ağlıyor... Ağlıyor o masum insanlar, çünkü acı bitmedi, depremi unutmaları zaten mümkün değilken, artçılar, soğuk, açlık, hastalık, yangın... peşlerini bir türlü bırakmıyor... 
Ve en çok da can yakan bir türlü ihtiyaç sahiplerine ulaş(a)mayan koordinesiz yardımlar!... 90 hanesi olan bir köyde hala 30 çadır var örneğin, depremin üzerinden neredeyse 1 ay geçmesine rağmen... Nerede devlet, nerede toplanan milyonlar?... Haber kanallarında gördüğümüz acı deprem manzaralarına kanal değiştirerek yardımcı olamayız!... Yüreğimiz dayanmıyor değil mi, görmek istemiyoruz o manzaraları, iştahımız kaçıyor, neşemiz gidiyor... Peki ya o insanların suçu ne, kimin günahının bedelini ödüyorlar? Görmek bile istemezken ya bunları yaşayanlardan biri de biz olsaydık?... Lütfen ellerinizi vicdanlarınıza koyun ve madden manen ne yapabiliyorsanız yapın o masum insanlar için!...

Bugün verme mevsimi, verin o halde, kurtulun ağırlıklarınızdan ve verin verebildiğiniz kadar... Vermekte yarışalım bu sefer, kardeşlerimiz için... Kalplerimiz kararmadan, vicdanımız körelmeden verelim...

Olur...

”Olur” ne güzel bir söz Yusuf.. 
Olur.. 
En güzeli de kadere ‘olur’ demek:
O’nun bize verdiklerine, vermediklerine, verip de aldıklarına: Olur…
Musibetlere, yaşanan kırıklıklara, acılara, kayıplara, terk edilmelere: Olur…
Günahlara ise ‘hayır’ demek.
Tersine dönmüş dünya değil mi Yusuf ?..
.
Mustafa Ulusoy
 

Kurban(Yakınlık) Bayramı

Esselamu aleykum ve rahmetullah...
Geçmekte olan Cuma'mız mübarek olsun öncelikle, hayırlar getirsin inşâAllah..

Bugün Zilhicce 8, yarın arefe, ertesi gün de mübarek Kurban Bayramı'nın ilk günü... Şimdiden cümle mü'minlere mübarek olsun inşâAllah... Yardımlaşma adına kullar arasında ve yakınlaşma adına Allah(c.c)'la olan münasebetimizin artmasını dilerim. 

Hz. Muhammed ümmeti olarak zor imtihanlardan geçtiğimiz günlerdeyiz, önümüzdeki bayram birçok aile için buruk ve eksik geçecek. Rabbim kalplerine şifa, selamet versin. Yaşanılan hiçbir zorluk kolay aşılmıyor, önemli olan bunlar karşısında sergilediğimiz tavırlar... İnşâAllah yanlışa düşmeyen Allah'ın sadık kullarından oluruz... Yaşananlar karşısında hepimiz üzülüyoruz, ama önemli olan madden ve manen kardeşlerimizin yanında olmak ve birbirimizi isyana değil İslam'a/İman'a ısındırmak inşâAllah...

Kardeşliğe kurban olmak

Kurban, Resûl-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz'in çok önem verdiği bir ibadettir. Hanefi mezhebinde "vacip" sayılan kurbana, Şafii mezhebinde "sünnet" denmesi (İki mezhep arasındaki ıstılah farkı da düşünülmelidir) katiyen bu ibadetin hafife alınmasına sebebiyet vermemelidir. Kurban Bayramı bir taraftan muhtaçlara yardım açısından çok iyi değerlendirilmeli, diğer yandan da o mübarek ve önemli ibadet herkese sevdirilmeli, herkes ona özendirilmelidir.

Kur'an'da da belirtildiği gibi, kesilen kurbanlarda hedef; ihlâs, takva ve Allah'a yaklaşmak olmalıdır. Bu maksat ve gaye olmadıktan sonra kesilip dağıtılan etlerin, kanların Allah nezdinde bir değeri yoktur. Zira Allah'ın, insanın yaptığı hiçbir ibadete ihtiyacı olmadığı gibi, keseceği kurbana da ihtiyacı yoktur. O'nun katında makbul olan şey, insanın ihlas ve samimiyetidir. Bunun için bu ibadet görevimizi de ifa ederken Allah'ın hoşnutluğunu kazanmayı hedeflemeli ve kestiğimiz kurbanla, yeri geldiğinde en değerli varlıklarımızı da O'nun yolunda feda edebileceğimizi göstermeliyiz.

Melekler sadece fiilleri ve amelleri yazarlar. Kalbî amel de diyebileceğimiz hâlis niyet, takva, ihlas ve mülahazalardaki derinliklere gelince, onları sadece Allah bilir ve ötede sürpriz şekilde kullarının karşısına çıkarır. İbadetlerin sevabı bire on, yetmiş, yedi yüz... olarak kemmiyet planında cereyan eder. Allah'la münasebet adına ortaya koyduğunuz kalbî ameller ise, keyfiyet planında cereyan eder; onlarda riyazî ölçüler ve rakamlar yoktur.

Somali, Habeşistan ve Kenya gibi ülkelerdeki kuraklık ve kıtlık haberlerini seyredince ağladığım gibi oralarda yağmur yağdığı müjdelerini aldığımda da sevinçten gözyaşı döktüm. Zannediyorum, her tarafa yetişmeye çalışan Anadolu'nun hassas insanları da aynı hislerle dolup taşıyorlardır. Bu itibarla da, o ülkelerdeki muhtaç insanları, kıvrandıran bir fakr ü zaruret içinde görünce, "Türkiye'dekiler iyi kötü geçiniyorlar, biraz da Etiyopya, Somali, Kenya, Uganda ya da Tanzanya'ya yönelelim!" diyebilirler. Kanaatimce, bugüne kadar bir tane kurban kesenler, mümkünse bu sene iki tane kessin; gücü yeten insanlar üç tane kessin; onlardan bir tanesini oralara göndersin. Fakat, imkanı olan herkes Güneydoğu ve varoşlarda yardım bekleyen insanlara da bayram neşvesi yaşatılmasına mutlaka iştirak etsin.

Kurban mevsimi sadece muhtaçlara yardım açısından değil, aynı zamanda bizim sarsılmayan kardeşliğimizin ifadesi olarak da çok iyi değerlendirilmelidir. Hasbî ruhlar, kendilerinden daha ziyade o bölgelerdeki kardeşleri için tir tir titremelidirler. Zira, bugün birileri tarafından bir kısım çatlama, kırılma ve kopmalar hasıl etmek için gösterilen korkunç gayrete karşı mutlaka muhteşem surlar oluşturulmalı ve o türlü çözülmelere asla meydan verilmemelidir.


Yazımı fazla kalabalıklaştırmadan, arefe ve bayram gününe dair küçük ibadetlere de yer vereceğim müsadenizle;
Arefe gününü bin tane ihlasla zinetlendirmek, bayramın ilk günü de sabah namazıyla bayram namazı arasında on dokuz tane Fetih Sûresi okumak Allah'ın hoşnut olacağı umulurarak yapılır.

Arefe gününün sabah namazından itibaren bayramın 4. günü ikindi namazına kadar 23 vakit farz namazın ardından birer defa Allahü Ekber Allâhü Ekber Lâ ilâhe İllâllahü Vallâhü Ekber, Allâhü Ekber ve Lillâhi'l-Hamd şeklinde tekbir alınır. Bunlara teşrik tekbirleri denir.

Arefe gününün orucu bin gün oruç tutmak gibidir. (Tergîb ve Terhîb)

"Arefe günü gelince, Yüce Allah rahmetini saçar. Hiçbir gün o günde olduğu kadar insan cehennemden azat olunmaz. Kim Arefe günü gerek dünya ve gerekse âhiret ile ilgili olarak Allah'tan bir şey isterse, Allah onun dileğini karşılar."

"Arefe günü tutulan oruç, geçmiş bir senenin ve gelecek senenin günahlarına keffaret olur." (Tergîb ve Terhîb)

Bu günlerde dilimizden düşürmememiz gereken, en güzel tesbih; 'Sübhanallahi velhamdülillahi ve la ilahe illallahü vallahü ekber ve la havle ve la kuvvete illa billahil aliyyil azim'dir." 

Kurban ibadetinin ya­rarı sadece sosyal dayanışma ve malî yar­dıma indirgenmemelidir. Her ibadetin öz ve biçim olarak ayrı anlam ve hikmetleri bulunduğu için kurban yerine başka bir ibadetin ikame edilmesi, meselâ kurba­nın parasının dağıtılması, fakirlere gıda yardımı yapılması, namaz kılınıp oruç tu­tulması caiz görülmez. Yardım yapılmalı elbette lâkin bu da kurban yardımı şeklinde olmalıdır.

Kurban edeceğimiz hayvana, kesmeden önce de kesim anında da en güzel şekilde muamele etmeliyiz, çünkü o bizim Allah'a yaklaşmamızın vesilesi olacaktır inşâAllah. Aklımızda bulunması gereken şey az sonra yiyeceğimiz kavurma değil, Allah'a yakın olacak olmanın verdiği heyecan, samimiyet ve mutluluk olmalıdır... Hz. İbrahim ve Hz. İsmail kıssası aklımızda olmalı ve keseceğimiz kurbanı nefsimiz olarak düşünmeliyiz. 

“Kurbanlarınızın etleri ya da kanları Allah’a ulaşmaz; ama sizin takvanız Allah’a ulaşır.” (Hac:37) 

Unutlumaması gereken bir diğer husus da, bolca dua etmek, bilindiği gibi bizler evlerimizde, ailelerimizle bayramı yaparken, bir kısım Allah'ın güzel kulları arafatta vakve yapıyor, hac ibadetlerini yerine getiriyor olacaklar, onlarla olmayı gönülden dilemeli ve dualarımızı onların dualarına karıştırmalıyız. Cenab-ı Zül Celali Vel İkram'dan müslümanları mazlumiyetten, mağlubiyetten mağduriyetten, kurtarmasını, imanımızı, irfanımızı, yakînimizi, teslimiyetimizi, sadakatimizi artırmasını dilenelim inşâAllah.

Dua ile, hayırlı bayramlar :)

Bayramda bizim komşuluk hassasiyetimiz de böyle midir?

Resulü Ekrem Efendimiz'in (sas), Müslüman'ın çevresinin derdiyle dertlenme hassasiyetine ait bir hatırlatması şöyledir:
- Müslüman'ın derdiyle dertlenmeyen bizden değildir!
Bu sebeple bizler Müslüman'ın derdiyle dertleniriz. Onlar ister kapı komşumuz olsun, isterse ülkenin öteki ucunda ihtiyaç içinde inleyen kardeşlerimiz olsun, dertlerini dertlerimiz bilir, birlikte ağlar, birlikte güleriz. Bundan dolayı da kurbanlarımızın az kısmını evimizdeki çoluk çocuklarımız için ayırırken, kalan çoğunluğunu da ihtiyaç içinde bekleyen kardeşlerimize ulaştırma görevimizi unutmayız. Biliriz ki, onların derdi de bizim derdimizdir.
Sözü uzatmadan, burada Müslüman'ın derdiyle dertlenme örneklerimize bir daha bakalım isterseniz. Kurban kesmeyen komşularımıza gönderdiğimiz kurban etinin kendimize bıraktığımızdan çok daha önemli olduğunu nasıl bir örnekle tespit etmişiz bir daha hatırlayalım.
Çoğu zaman kurbanını, vekil tayin ettiği Hazreti Ali efendimize kestiren Peygamberimiz (sas) Hazretleri bir Kurban Bayramı'nda Hane-i Saadet'ine gelince validemize sorar:
- Aişe! Kurban etini dağıttınız mı?.. Sevinçle cevap verir validemiz:
- Dağıttık ya Resulallah!. -Ne kadarını dağıttınız?
- Hepsini de dağıttık, bir buttan başka bize hiçbir şey kalmadı!..
Bu dağıtım şeklinden çok memnun olan Efendimiz'in açıklaması şöyle olur:
- Desene Aişe, bir buttan başka hepsi de bize kaldı!..
Evet, Aişe validemiz kurban etinin tümünü de komşularına dağıttıklarını söylüyor, bir buttan başka hiçbir şey kalmadı bize, diyor. Efendimiz de buna çok seviniyor ve dağıtılanın tümü de amel defterine yazıldığından mahşerde hep yanlarında olacağına işaret ederek:
-Desene Aişe, bir buttan başka hepsi de bize kaldı! diye takdirlerini ifade ediyor.
Demek ki, kurban etinin komşularına dağıtılan miktarı, sevap defterine yazıldığından mahşerde dağıtanın hep yanında bulunuyor. Dağıtılmayanı ise burada tüketildiğinden amel defterinde görünmüyor, mahşerde de yanında bulunmuyor.. Bundan da anlaşılıyor ki, kurban etinin ne kadarı dağıtılır, ihtiyaçlılara ulaştırılırsa o kadar hayırlı ve makbul olur. Çünkü ahirette, verdikleri bulunacaktır yanında, vermedikleri kalacaktır burada.. Bu sebeple atalarımız, 'Ne verirsen elinle, o gider seninle' demişlerdir.
Bundan anlaşılan odur ki, bir kurbanı ihtiyaç sahibi çevrelere tümüyle bağışlayanlar, kurbanın tümünü de kendi yanlarına almış sayılıyorlar. Çünkü etiyle derisiyle, sakatatıyla tümünü de veriyor, yani tümünü de ahirette yanlarına almış bulunuyorlar. İşte bu olay, kurbanı tümüyle bağışlamayı çok cazip hale getiriyor, ya da ne kadarını dağıtırsak o kadarının bize kaldığını düşündürmesi bakımından muhteşem bir misal olarak hafızamıza yerleşmiş bulunuyor!
Bir başka unutulmayan misal daha. Bir bayram sabahı erkenden kurban etini pişirip sürerler Efendimiz'in önüne. Hemen bismillah, deyip başlamaz da sorar:
-Şu anda komşularımız da kurban eti yemeye başladılar mı?
-Hayır, derler. Henüz onların hisselerini göndermedik, en önce size hazırlayıp sunduk, herkesten önce siz tadasınız diye!.
Bunun üzerine verdiği cevap, insanlık tarihinin şeref levhalarına geçecek muhteşemlikte bir komşuluk anlayışı olur. Buyurur ki:
-Götürün bu eti! Ne zaman komşularımızın da bacalarından et pişirdiklerine işaret eden dumanlar yükselirse o zaman getirin. Komşusunun yemediğini yiyen, giymediğini giyen, onların derdiyle dertlenemeyip ayrı bayram yapan kimselerden olmak istemem!. Et kaldırılır, daha sonra komşuların bacasından et pişirmeye başladıklarının işareti olan dumanlar yükselir, bundan sonra buyurur ki:
-İşte şimdi kurban eti yiyebiliriz, çünkü komşularımız da et yemeye başlamışlardır.
Biz de şimdi yazımızın başlığını bir daha okuyabiliriz? "Bayramda bizim komşuluk hassasiyetimiz de böyle midir?" 
 Ahmed Şahin/Zaman

Değilse de olmalıdır/olacak! inşâAllah 

 

Bu çiçeklerin adını bile bilmiyorum! O kadar ilgiliyim.

3 yıldır arkamda duran ve bakımlarını inadına öğrenemediğim çiçeklerimin kuruyan yapraklarını topluyorum... Ve binbir türlü düşünce aklımı istila ediyor...
Yakında işten ayrılacağım için onlarla bir başkası ilgilenecek, benden daha iyi bakacağına eminim... Seviniyorlar mıdır acaba gideceğim için, gittiğimi hissederler mi, nihayetinde 3 yıldır beraberiz yani ne bileyim, masam, bilgisayarım hissetmese de, arkamda nefes alan çiçekler hisseder yokluğumu diye düşündüm bir an(yani istedim)... 

İş yerimi çok seviyorum, bu sakinliği ve edebi çevremdeki işyerlerinde pek göremediğimden kıymetini bildim her zaman, şükrümü yaptım, pek de şikayet ettim sayılmaz durumumdan... Buradan hep memuriyet dolayısıyla ayrılacağıma inandım. Geçen yıl çabaladım da bunun için ama maalesef gerçekleştiremedim ve bu yıl memuriyet çalışmalarına evde devam etmek için ayrılmak zorundayım... Nasıl zor; bir alışkanlığı terk etmek, sevdiğin bir yerle bağlantını koparmak...

İnsana bazen zor geliyor çalışmak, mesela ben kitap okumayı çok seviyorum, kimse dokunmasa sabahtan akşama kitap okuyabilirim, ama iş ders çalışmaya gelince o pek mümkün olmuyor, kitap okumada sağladığım adaptasyonun yarısını ders çalışırken sağlayamıyorum, sürekli kalkma, bir şeyler yiyip-içme, birileriyle konuşma, gezinme ihtiyacı hissediyorum ve tekrar başına oturup derse başlamam baya uzun sürüyor tabi... Bir de ders çalışırken uykunun gelmesi var ki, o tam bir felaket :r

Mesele şu ki, çabalamak zorunda olduğum şeyi aslında istemiyorum! Memuriyet, hiç bana göre değil, yani bu ofiste oldukça rahatım, kalabalık bir ortamda değilim, çalışma arkadaşlarım çok iyi ama memuriyet öyle olmayacak ki, bir sürü insan, hepsiyle arkadaş olmasan bile merabalaşmak şart. Sürekli arkandan konuşan insanlar, her halini tavrını süzenler.. Ne bileyim her şey gözümde büyüyor(görüyorum çünkü!)... Bir de dini hassasiyetler var ki oralara girmek bile istemiyorum.. Şimdi de çok dikkat edemiyorumdur belki ama, bu ofisin içinde bir fanusta gibiyim, dairede bu fanus kırılacak, ya kendime mukayyet olamazsam, olduğum halden ileri gitmek şöyle dursun mevcut halimi koruyamaz aşağıların aşağısına düşersem...
İşte bu şeyler beynimin içini kemiriyor ve ben sırf çevremdeki insanlar mutlu olsun diye bunu yapıyorum...
İslamiyette kadının çalışma hayatındaki yeri yok biliyorsunuz ve bu gayette yerinde bir durum bence. Kim ne derse desin kadının her hali avret; gülmesi, konuşması, bakması... Kendini muhafaza etmenin zor olacağına inanıyorum ve görüyorum ki muhafaza edebilen insan sayısı da gitgide azalıyor maalesef...

Hasılı istediğin bir şey için çabalamak nasıl zevk ve azim veriyorsa, istemediğin bir şey için çabalamak da tam aksi üzüntü ve sıkıntı veriyor insana... Yüreğimin içindekini bilen Allah hakkımda en hayırlısı neyse onu versin. O(c.c) en güzelini bilir.. :)

Öyle, kendi kendime(!) bi dertleşeyim dedim...
Ha bir de kenardaki notlar'a not düşmeye başlayalı 2 yıl oldu bugün...