RSS

Şah ve Sultan

Esselamu aleykum,

Sevgili İskender Pala'nın Şah ve Sultan adlı eserini yıllık iznimde okumuştum, şuan elimde olan kitap sarkınca bunu bari yayınlayayım dedim, çok sıkıldım galiba yarım bırakıcam :r

Neyse kitaba dönelim. :) İskender Pala severlerin yine keyif alarak okuyacağı bir eser. Mezhepler arası farklılığı ve aşkı konu ediniyor. Anlatım şekli sürükleyici ve etkileyici bir kitap. Kardeş kavgasını, Anadolu'da bir dönem yaşananları aşk penceresinden olabildiğince anlatmaya çalışmış sevgili İskender Pala. Objektiflik konusunda da başarılı, özellikle kitabın sonlarında her iki kahramanın Türk kanı dökmek ve hristiyanlarla hiç savaşmamak gibi ortak özelliklerinin sıralandığı bölüm çok objektifti...
İki müslüman Türk ordusunda yer alan yabancıların, Türk kanı dökmesine isyan edilmesi de bu anlamda etkileyici. 
Aslında tarih romanlarını çok sevdiğim halde, bu kitapta tarih adına beklediğim tadı alamadığımı söyleyebilirim, konu daha çok aşk yönüyle ele alınmış ve benim beklentim bu yönde değildi. :) Ama bir İskender Pala sever olarak keyifle okudum ve elbette öneririm.

Altını çizdiklerimden birkaçı;

*Sevgi hissedilen bir şeydi, bunu biliyordum; ama bir heyecanın da adı olabilir miydi? Bir kişinin adını duyunca hissedilen bir heyecanın adı?!...

*Sevginin bitebilen bir şey olduğunu yahut gittikçe kuvvet ve güç kazanabildiği gibi zamanla zayıflayıp etkisizleştiğini o vakit kabul ettim. Sonra da yanılıyor muyum diye kendime sorup durdum. Belki de aşırı sevgi kıskançlığı, kıskançlık uzaklaştırmayı, uzaklaşma da azalmayı tetikliyordu. Doğan her şey gibi sevgi de belli bir ömrü yaşayıp tamamlıyor ve sonunda yok oluyordu.

*İnsan olmanın ayırt edici olan özelliği Allah'ı seven olmaktan çok Allah'ın sevdiği olmaktır.

*İnsanın zihnine takılan öfke gönüldeki sevgiyi örtüyor ve göstermez oluyordu.

*"Hamiş: Mektubunla birlikte bize bir tas içinde at pisliği göndermişsin. Buna karşılık sana bir kavanoz bal gönderdim. Ne de olsa herkes karşısındakine kendi yediğinden ikram eder!" :)

*Gururun sevgiyi öldürdüğünü söyleyenler haklı olabilirler miydi?

Ve bir başka arkadaşımın yorumu da burada.

Yansımalar..

Merhaba,

İzinden döndüğümden beri bu blogda yalnızca kitap yorumları okuyorsunuz, çünkü bu aralar yaşadığım şeylerden kaçmak istediğim gibi yazmaktan da kaçıyorum.. Sonrasında okuduğumda moralimin daha da bozulacağı şeyleri yazmak istemiyorum, hem sizlerinde moralinizi bozmama gerek yok değil mi olur olmaz dertlerimle... 
Ama yazmaktan kaçsan bile yaşamaktan kaçamıyorsun, gelip seni buluyor yaşaman gerekenler, kaderde takdir olunan hal ve hadiseler... Yakınmaktan hoşlanmıyorum, yaşadığım şeylere üzülmekten de.. Çünkü onları yaşamamı Rabbim istiyor, yaşamam gerekiyor ki yaşıyorum... Olgunlukla, tevekkülle karşılamak istiyorum/çalışıyorum.. Ama bu aralar pek becerebildiğim söylenemez, ani ses yükselmeleri ve bir anda akan göz yaşlarımı durduramıyorum, sonrasında rahatlıyor muyum peki?.. Asla, aksine daha çok pişmanlık duyuyorum, yakıştırmıyorum kendime bu halleri...

Sonbaharın hiç payı yok bu ruh halimde, aksine yazın sıcak ve rehavetinden öylesine bunaldım ki, bugünlerde hafif esen rüzgar ve çiseleyen yağmur ruh halime iyi geliyor.. Yapraklar sararıyor- düşüyor, sonra insanlar sararıyor, soluyor, ölüyor.. Hep bir koşturmaca ve telaş, doğada ve insanda, hiç bitmiyor değişim.. Bazen güzelleşiyoruz ve bazen bakılacak halde olmuyoruz.. 

Düzelmesini bekliyorum bu hallerin, oturmasını.. Bahar yavaş yavaş geçsin, burada pek yaşamıyoruz baharı, yaza ve kışa ani geçişler yapıyoruz kısa virajlardan sonra.. Kış gelsin istiyorum, giyinelim kalın kalın, kalbimizi de örtelim, köşelerimize çekilelim.. Bu kış çalışmayacağım, zamanımın büyük bir bölümünü de evde geçireceğim gibi görünüyor, umarım her şey güzel olur, sonu hayır olur peşinden koştuklarımızın...

Ve bugün cuma. Af olsun, tevekkül ve tefekkür olsun içimizde. Rabbin hoşnut olduğu kullardan olabilmek için çaba sarf edelim biraz. Şevval bitiyor, son 5 gün, eksiği olanlar kaldıysa 6 nafile oruç için.

Hayırlı cumalar, muhabbetle..

Görsel: Deviantart

Japon Ne Yapmış

Merhabalar,

Japon Ne Yapmış Sevgili Onur Ataoğlu'nun ilk kitabı olan Japon Yapmış'ın devamı diyebiliriz. Yazarımız iş için gittiği Japonya'da 3 yıl içinde yaşadığı deneyimlerini kitaba aktarmış. Kitapta Japon'ların yeme-içmelerinden, ibadet anlayışlarına, iş yaşamındaki dürüstlüklerinden eğlence anlayışlarına, yabancılara karşı olan mesafeli ama samimi davranışlarına birçok konu hakkında fikir sahibi olabileceğiniz gibi, çok yerde de kahkaha atmaktan kendinizi alamayacaksınız. Kitap bence anti-depresan niyetine okunabilir, kitabı okurken ruh halinizin veya bulunduğunuz yerin tamamen dışına çıkıyorsunuz ve gözlerinizden yaş gelecek kadar gülmekten kendinizi alamıyorsunuz çoğu yerde. Her gün azar azar okunmalı ;)

Birçok kitap okudum şehirler-ülkeler hakkında bilgi içeren ama hiçbiri bu kitapta aldığım tadı vermiyordu, sıkılıyor ve muhakkak sonunu getiremiyordum. Ancak Onur Ataoğlu teorik bilgileri aktarırken bile mizahi yeteneğini öylesine güzel kullanmış ki hiç sıkılmadan bitiriyorsunuz kitabı, yüzünüzde kocaman bir gülümsemeyle. Bu kitap eğer Japonları ve Japonya'yı merak ediyorsanız merakınızı giderecek ve o çekik gözlü insanlara olan ön yargılarınız varsa da büyük ölçüde kırılmalara neden olacaktır. Diyorsanız ki "yok arkadaş benim Japonya'yla falan işim olmaz", sadece gülmek için bile bu kitap okunmaya değer. Ben istedim ki Onur Ataoğlu dünyayı dolaşsın, edindiği bilgileri de kitaplaştırarak bizim bilgi dağarcığımıza keyifle katkıda bulunsun.

Ve şimdi altını çizdiklerimden birkaçı;

*Yürüyüş ve doğa sporları için Tokyo dışına çıktığımda, karikatürlerdeki gibi UFO'sundan inmiş patlak gözlü yeşil uzaylı muamelesi görmeye devam ediyordum.

*Tam tarifini bilmesem de, muhtemelen çekirgeyi tatlı, kahverengi, yapışkan bir şerbete bulayıp kızartıyorlar. Siz bunu, büyük ihtimalle, çekirge şeklinde yapılmış bir şekerleme zannedip yiyorsunuz, ama gerçekte çekirgeyi mideye indiriyorsunuz.

*...1923 depreminden sonra Tokyo'daki Kosuga Hapishanesinde yaşanmış. Depremde birçok bina yıkılınca, hapishanede yatan 1000 civarında tutukluya, binanın güvenliğinden emin olununcaya kadar, geri dönmek kaydıyla dışarı çıkma izni verilmiş. süre dolduğunda mahkûmların kaçı hapishaneye tıpış tıpış dönmüş dersiniz? Hepsi!

Onur Ataoğlu'nun ilk kitabı Japon Yapmış'ın yorumu için buraya , blogu için buraya  ve twitter hesabı için buraya tıklayın.

Kitabı bana ulaştıran Çınar Yayıncılık'a ve Kadir bey'e teşekkürler...

Lâl

Esselamu aleykum,

Ayşe Kara, daha önce okumadığım bir kalem olduğundan, üslubuna alışmam biraz zaman aldı. Olaylar çok akıcı ve ilgi çekici, fakat o kadar karmaşık hikayeler var ki, bu kimdi, nereden gelmişti, gibi sorular sürekli beyninizde dolaşıyor. Geniş bir ailenin her bir ferdinin ayrı ayrı hikayelerini okuyacaksınız, yazar da bu karmaşayı çözmenize yardımcı olmak için kitabın sonuna ailenin bir soy ağacını iliştirmeyi gerekli görmüş, ben bu ayrıntıyı kitabın sonunda fark ettim tabi :) ama sizler zorlandığınız noktada oradan yardım alabilirsiniz. Yazar kitabında tarihten birçok olaya ve kişiye yer vermiş, hepsi ayrı birer kitap konusu olabilecekken, bir arada toplanması yoruyor, toparlamakta zorlanabilirsiniz. Açıkçası ben pek sevmedim. Kitap ortaya karışık kıvamında olmuş, bazı bölümler havada asılı kalıyor ve kitabın sonunun da net bitmediği ve biraz daha üzerinde durulsaydı daha doyurucu bir son olabileceği kanaatindeyim. Ama Ayşe Kara bence geleceği çok parlak bir yazar  ve elbette bu kitabını da öneriyorum. Bir sonraki kitabını merakla bekliyorum. 

Birkaç alıntı;

*Bir erkek veya kadın anne babalarına başka, arkadaşlarına, kardeşlerine başka yüzler gösterir -birbirlerinin yanında elbiselerini soyundukları gibi- en gizli yüzlerini, tutkularını, saplantı taraflarını eşlerine gösterirlerdi.

*"İnsan yaşadıkça ona şanslı dememeli."  

*-İnsanı en büyük yanılgıya düşüren de kalbi oluyor galiba, dedi. Ve kimsenin yanılgısı da kimseye tecrübe olmuyor. 

*O günden bu yana kalplerini mühürlemişlerdi, aşk girmesin, kalplerini talan etmesin diye. Bilememişlerdi ki aşk zaten içerideydi. Fışkırıp çıkmak isteyecek, eline ayağına vurulu zincirlerle, güllerle habire dövüp duracaktı kalbin duvarlarını. 

Şevval...

Esselamu aleykum..

Ramazan-ı Şerif'ten sonra Şevval ayında tutulması gereken 6 nafile oruçtan haberi olmayan yoktur sanırım. Var ise de söylüyorum, Ramazan oruçlarından sonra tutmamız gereken, yani tutulmasında büyük nimetler bulunan 6 günlük nafile Şevval orucu var, bugün 17 Şevval... Yani tutmak isteyenlerin 13 günlük bir zamanı var, oruçlar ister ara verilerek ister arka arkaya tutulabilir.

"Ramazandan sonra Şevval ayında da 6 gün oruç tutan, anasından doğduğu günkü gibi günahsız olur."
(Taberani)

"Ramazan orucu ile Şevvalde de altın gün oruç tutan, bir yıl oruç tutmuş sayılır."
(İbni Mace)

"Ramazan ayı orucu on aya, Ramazandan sonra tutulan 6 gün oruç da iki aya mukabil olur ki, böylece bir yıl oruç tutma sevabına kavuşulur." 
(İbni Huzeyme)

Ve şöyle bir haber daha; Enes bin Malik (r.a.)'dan rivayet olunan hadisi şerifte,

Peygamber Efendimiz(s.a.v) şöyle buyurdular :

-"Kim Şevval ayında ister gece ister gündüz olsun sekiz rekat namaz kılarsa,Her rekatta 1 Fatiha 15 İhlası şerif okuyup. Namazdan sonra 70 Salevatı Şerife, 70 Tesbih duası(SübhanAllahi velhamdulillahi vela ilahe illAllahu vAllahu ekber vela havle vela kuvvete illa billahil aliyyilaziim ) okursa, 
Beni hak Peygamber olarak gönderen Hz.Allaha yemin ederim ki; Herhangi bir kul bu namazı tarif ettiğim gibi kılarsa muhakkak Allahü Teala(c.c) o kimsenin kalbine ilim ve hikmet pınarları akıtır.O hikmetlerle dilini konuşturur,O kişiye dünyanın derdini gösterdiğinde devasını da gösterir.
Yine beni hak Peygamber olarak gönderen Allaha yemin olsun ki; Kim bu namazı vasf ettiğim gibi kılarsa, bu kılmış olduğu namazın en son secdesinden başını kaldırmadan mağfiret olur.
O kişi, o yıl içerisinde vefat ederse, affa uğramış ve şehid olarak ölür.Eğer o kişi bu namazı seferde kılarsa varacağı yere kolaylıkla varır. Oradaki maksadına erer.Eğer o kişi borçlu ise , Allahu Teala(c.c) onun borcunu eda ettirir.Eğer o kişi ihtiyaç sahibi ise Allahu Teala(c.c) onun ihtiyacını giderir. 
Yine beni hak Peygamber olarak gönderen Allah'a yemin olsun ki; Herhangi bir kimse bu namazı kılarsa, Allahu Teala bu namaz içinde okuduğu ayetteki her bir harf karşılığında ona Cennette mahrefe verir."
 
Ashab sorar ; "Mahrefe nedir ? Ya RasulAllah!"

Peygamber Efendimiz(s.a.v) buyurdular ;
"Mahrefe Cennette Bağlık,bahçelik, bostanlık, hurmalıktır ki; Bir atlı her bir ağacın gölgesinde 100 sene at koştursa yine de nihayete ulaşamaz.(Başladığı noktaya varamaz)"

 
Kaynak: Gunyetuttalibin arapça aslı:Cilt 2/Sayfa 249

Aynalar Koridorunda Aşk


Esselamu aleykum..

Sevgili Mustafa Ulusoy'un ismini sizde çok görüyorsunuzdur bu ara, bende merak ediyordum, yazı ve alıntılarını severek takip ediyordum ve nihayet kitaplarından birini okuma fırsatım oldu. Kitabın ismi sizi yanıltmasın, bu bir aşk romanı değil... yani bana göre.. :) Yazarımız bir psikiyatri uzmanı olduğundan kitap seans tadında ilerliyor. Şuan da kendimi terapisi bitmiş bir hasta gibi hissediyorum, dingin ve rahatlamış..Terapiden çıkmış gibi derken özünde sorunlu bir insan olduğum düşünülmesin :) sadece kitapla birlikte yer yer kendinizi de okuyorsunuz... 

Kitapta insan psikolojisi incelendiğinden, birbirine benzer yaşantılar, olaylar, yazarımıza benzer cümleler kurdurmuş, bu küçük ayrıntı sizi sıkabilir.. Yer yer yazarın psikolojik tespitleriyle, kendinize dönüp bakacağınızdan ve "demek ben bunu bu yüzden yapıyormuşum" diyeceğinizden eminim.. :) Düşünce ve duygulara bu kadar önem verilmesi etkileyici, belki de etrafınızda anlamlandıramadığınız insanları tanıyacaksınız.. Karakterlerin ismi renklerden oluşuyor(bu ayrıntıyı sevdim :) ). Bakalım size en yakın hangisi?..
Ve küçük alıntılarla bitireyim..

*Var olanın varlığını hissedemeyince bunun yokluktan farkı kalmıyordu...

*İnsanların sevmek gibi bir dertleri yoktu sanki. Sevilmek istiyorlardı sadece. Beyaz'ın da söylediği gibi, "Değerli olduğunu hissedemeyen bir insan gerçekten sevemez; daima sevilmek ister."

*Dr. Mavi'nin "Yaratıcının nasıl yardım edeceğini sen belirleyemezsin. O sana şefkatle davrandı. Yaratıcı imdadına öğretmenini yolladı. Öğretmenin sana sımsıkı sarılırken, O'nun rahmeti seni kuşatıyordu aslında. Sen kendi benliğinin biçimlendirdiği yardımı talep ediyor ve Yaratıcıya seçim hakkı tanımıyorsun" cevabı, Kırmızı'nın kafasını karıştırmıştı.

*Bazı insanlar başlarına olumsuz gibi görünen bir şey gelince hemen Yaratıcıya kızıyorlardı.

*İnsan varoluşun, hayatın, yaşamanın her türlü acısını kaldırabilecek güçteydi. Yaratıcı insana kaldıramayacağı bir hayat, dert, sıkıntı, acı, yük, varoluş vermiyordu. Acıları çekilmez, dayanılmaz hale getiren, insanın acılar karşısındaki tutumuydu.

*Eskiden bana annemin nasıl bir kadın olduğunu soranlara 'Zor, aksi, burnu büyük, bir şeyi beğenmeyen bir kadındı' derdim. Şimdi ise 'O benim annem' diyorum sadece.

*Genellikle bağışlamak deyince hep günahı bağışlamak akla gelir. Kökenine inilirse, bağışlamak belli nesnelere duyulan nefretten vazgeçmektir.

Tarih ve Tasavvuf Sohbetleri

Esselamu aleykum...

Tatilden önce başladığım ancak sonunu tatil esnasında getirdiğim kitap merhum Nihad Sâmi Banarlı'nın Tarih ve Tasavvuf Sohbetleri adlı eseri... Sayın Banarlı'yı daha önce ne duymuş ne de okumuştum ve kendi adıma büyük kayıp olarak görüyorum, bu usta kalemi mutlaka okumalı ve kültür mirasından faydalanmalıyız diye düşünüyorum, tanışmama vesile olan'a teşekkür... 

Başlık kitabı tam yansıtıyor aslında, yazılar Nihad Sâmi Banarlı'nın gazetede yayınlanan makalelerinden alınmış. Kitap iki bölümden oluşuyor, ilk bölümde Osmanlı tarihini, atalarımızın muhteşem özelliklerini ve yer yer küçük alıntılar bulacaksınız. Gözleriniz dolacak, göğsünüz kabaracak ve kimlerin torunu olduğunuzu idrak ederek kendinizden utanacaksınız(affınıza sığınarak)... İkinci bölüm ise tasavvufla alakalı, Hz. Mevlana'ya Yunus Emre'ye ve daha nicelerine değinmiş üstad! Büyüklerin güzel düşünceleriyle güzelleşmenizi dilerim. Ben okurken bu kitabı herkes okusa ve hissetse dedim... Ama kimilerinin yüreğine dokunacak kimilerinin ise gözlerinin önünden kayıp gidecek maalesef... Tüm kitaplarını okumak ve istifade etmek ümidiyle... Birkaç alıntı yapayım sizler için;


*Trabzon fethi yolunda:"Garazımız kal'a fethetmek değildir. Bu zahmet din yolundadır. Zîrâ bizim elimizde İslâm kılıcı vardır. Eğer bu zahmeti ihtiyâr etmezsek, bize gazi demek yalan olur." diyen Fâtih, kendisini haklı olarak, yeryüzünde, İslâmın hak ve adalet prensiplerini yaymağa memur ediyordu...

*Vaktiyle Üçüncü Napoleon Bonaparte, Türk Sadrâzâmı Fuat Paşa'ya sormuştu:
-Girid'i bize satar mısınız?
-Hayhay satalım.
-Kaça verirsiniz?
-Aldığımız fiyata.
Aldığımız fiyat müthişti: On binlerce Türk şehidi... Uzun süren bir savaş ve Hanya ve Kandiye zaferleri...
Bize böyle fiyat verecekler yaratılmadan Türk'ten vatan alınmayacağını, dünya, zaten bilirdi.

*...Süleyman Nazif ise bu oyunu daha o zamandan keşfetmiş gibi bir hassasiyetle:
"-Irkına, vatanına, târihine ihanet etmiş olan ferdlerden ve kavimlerden hiçbirini unutma Türkoğlu!.. Unutma ve affetme..." öğüdünü veriyordu.


*Yine Amerikalı Profesör Rufi'yi hatırlıyorum. Demişti ki: "Siz, târihte defalarca muvaffak olmuş bir milletsiniz. Bize veya başkalarına imrenmek nenize? Biz, yeni bir millet olduğumuz için târihte muvaffak olmuş milletlerin sırlarını araştırır, bulduğumuzu ve uygun gördüğümüzü asrımıza tatbik ederiz. Sizden de aldığımız kıymetler vardır. Eğer ilerlemek istiyorsanız, muvaffak olduğunuz asırlarda hangi meziyetlerinizle, hangi usûl ve teşkilâtınızla kazandınız? Bunları araştırınız. Bulduklarınızı modernize ediniz. Kendi millî ve denenmiş temellerinizin üzerinde yükseliniz."

*Bir duâsına:

"Yârâb hemîşe lütfunu et rehnümâ bana
Gösterme ol tarîkı ki yetmez sana bana."

"Allahım! Her zaman lütfunun aydınlığını bana yol gösterici et! Ucu sana ulaşmayan yolu bana gösterme." mısrâlarıyla başlayan Fuzûlî'nin Allah'a seslenişleri sıcak ve devamlıdır.

Mola bitti :)

Esselamu aleykum ve rahmetullah..

Merhaba dostlar, yeni kayıt butonuna basmayı, yorum yapmayı/okumayı, bloglarınızı gezmeyi, hepinizi çoook özledim :) 22 günlük uzun aranın ardından sağ salim, dinlenmiş vaziyette karşınızda olmaktan çok mutluyum elhamdülillah! 

Bulunduğumuz yerden başka bir yere gidince, yada uzakta olan yakınlarımız yanımıza geldiğinde, ne kadar mutlu olursak olalım hiç doyamıyoruz, hiç bitmesin, hiç gitmesinler istiyoruz.. Hayat ne garip gitmeler-gelmeler, hüzünler-vedalar hiç eksilmiyor hayatımızdan... Hiç gelmek istemedim bende, kabuğumda sadece benim istediklerimi yapmam, zaman sınırlaması olmadan, koşuşturmaca ve gürültüden uzak.. güzeldi. :) Okumayı planladığım kitapların hepsini bitirdim ^_^ teker teker paylaşacağım hepsini. Yeğenlerimle vakit geçirdim, bıkana dek :) Görmek istediklerimi ve istemediklerimi gördüm. Sevindim, sabrettim.. İnsanlarla ilk iletişimimin çok iyi olduğunu düşünmüyorum, bu tatil baya aştım kendimi :)) 

Bazen insanları sadece kendi istediğim şekilde tanıdığıma karar verdim. Bundan sonra daha daha daha önyargısız yaklaşmaya çalışacağım, yani ne pozitif ne de negatif değerler vermeyeceğim, bunu kendinin kazanmasını bekleyeceğim.

Ve birde sonbahardayız. Annelerin kış hazırlıkları, çocukların okul hazırlıkları ve doğanın yazın rehavetini üzerinden atması, insanların o sarı yapraklarla bir kez daha gidenleri hatırlamaları... Her şey için hazırlık yapıyoruz, yıllar içeren planlar kuruyoruz... 
Belki de bu bizim geçireceğimiz son bahar?... Bunun hazırlığını da yapıyor muyuz?...

11 ayın sultanını geride bıraktık, Ramazan'dan önce halimiz nasıldı, Ramazan'da neler değişti ve en önemlisi Ramazan sonrası nasıl bir haldeyiz, hemen eski hale iade mi yaptık, yoksa bir şeyler değişti mi rutinimizde... Şevval ayındayız 6 günlük nafile oruçlarımızı tutacak mıyız mesela? O sıcak günleri atlatıp azıcık serinlerken zaten alışan bünyeye çok zor gelmese gerek 6 gün?..

Ha unutmadan, bundan sonra cumartesileri öğleye kadar olan mesaimizi kaldırdık, bu sebeple hafta içi iş saatlerini daha verimli(!) hale getireceğimizden bu durum kitap okumamı ve bloglar arası gezintimi de  etkileyecek. :r Tatil haberine sevinemedik bile :? 4 saat pineklediğimiz hafta sonu mesaisi bize yoğun kısıtlama olarak geri döndü... Neyse hayırlısı, kızmıyorum benim patronum iyi adamdır.

Verimli iş saatimden bu kadar kaytarma yeter, sevgilerimi saygılarımı sunarım, muhabbetle :)


Görsel